GELİN TANIŞ OLALIM!
- Şebnem Kayhan

- 7 Mar 2024
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 23 Kas

Merhaba ben dünyalı!
Bundan 35 sene önce, henüz tek yaşam formu olarak bildiğimiz ve üzerinde yaşadığımız bu yerküresinde annemin karnından çıkıp gözlerimi bu evrene açtıktan sonra hepimiz gibi kendi hikayesini yazma yolunda ilerleyen bir dünyalı insan (kısaca ben kendime yer yer dünyalı olarak hitap edeceğim bundan sonrasında) olma yolunda ilerliyorum.
Kadim bilgiler der ki; insan önce insan canlısı olarak doğar, henüz beşerdir ve insan olabilmek zaman alır; yani zamanla, kendini tanıma yolculuğuyla ancak bir insana dönüşür denir.
Delphi tapınağında yazan “Nosce te ipsum”: " Kendini Bil!", insanın kendini ve amacını bilebilmesi için, içinden geçtiği dünyayı daha iyi kavrayabilmesi ve mevcut konumunu diğer insanlarla paylaşarak varoluşundaki tüm dünyalara entegre olabilmesi için geçmesi gereken olgunlaşma ‘’tekâmül’’ sürecini anlatır. Hayat boyu devam eden bu yol elbette ve deneyimler ve keşiflerle dolu bu tekâmül sürecinde yol herkes için farklı akacaktır. Bu, ilk paylaşımım olacak gelin tanış olalım yazımda da hayatını bu varoluş üzerine konumlandırmaya çalışan bir sanatçının evreninden bahsetmek istiyorum.

Çocukluğumda ilkin küçük bir ilçede büyümemden ötürü diğer dünyalara olan merakım internetin daha yavaş yavaş evlere girdiği ve çoğumuzun internet kafeleri kullandığı zamanlarda, google'da ilk yeni Zellanda’yı aratarak başladığını bugün gibi hatırlarım.
Bu yönelimimin altında muhakkak ki izlediğim filmler, okuduğum kitaplardan gelen merakım yatıyordu belki ama şimdi geriye dönüp baktığımda asıl sebebin sonsuz bir merak ve keşif duygusuyla evrilen dünyam ve bu dünyamın da gördüğüm izlediğim ve hayal ettiklerimle beslenmesinden kaynaklandığını görebiliyorum. Öyle ki sanıyorum henüz daha orta okuldayken, şehre gelmiş bir japon beyefendiyi durdurup konuşmaya çalışmış, ancak gündüzleri fotoğraf çekmem söz konusu olsa da yeşil penguen eseri fotoğraf makinemle fotoğraf çekilmek için yeterli bir iletişim kurmuşum. İlginçtir ki bu fotoğraf hakkında başka hiçbir detay hatırlamasam da duygusunu çok net sezinliyorum. Böylelikle yeni insanlar ve kültürler tanıma merakımın da ne zaman başlamış olduğunun ilk esamelerini de görmüş oluyoruz.
Yıllar sonra onlarca ülke gezerken, sokaklarında kaybolduğum şehirleri keşfederken ve akışın getirdiği yeni insanlar ve onların hayatlarını keşfederken aldığım muazzam bütünlük duygusunun benzerini de sanatla ilgilenirken yaşıyordum ki hala da öyle. Aslında sanatla ilgili deneyimlerimde hem kendi içimdeki iç dünyamla hem de dışarıdaki sonsuz olasılıklar dünyasıyla daha iyi ilişki kurabiliyordum.
Çocukluğumda önce resim hayatıma girdi; ilkokulda resim hocamızın okul sonrası verdiği kursta saatlerce boyalarımın başından kalkmak istemiyor, eve geldiğinde odama kapanıp saatlerce şarkı söylüyor, elime ne kumaş geçirdiysem kesiyor biçiyor, basit bir iğne-iplikle dikip kullanabileceğim eşyalar üretiyordum.
Tüm bunlarla beraber çocukken de çok hassas bir çocuktum; öyle ki duyu organlarımın tamamı aynı anda yüksek hızda çalışıyor belki de bu sebepten biriken duygularımı ve zihnimdekileri kendimce sürekli bir şeylere aktarma ihtiyacı duyuyordum. Zihnimin içinde kendi içi dünyamı anlama, dış dünyayla daha iyi iletişim kurma çabam vardı beraberinde gelen sorularla. Kimdim, ne istiyordum, nasıl hissediyordum, neden hissediyordum? Günlüklerim vardı o dönemler, ne hissediyorsam yazdığım.
Lise ve üniversite yıllarında da pek değişen bir şey olmadı yönelimlerinde. Zamanla edindiğim bilgileri farklı kanallarda birleştirirken buluyordum kendimi. Şehir planlamayı okuduğum Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin sanat alanındaki geniş deryası ve okuduğum şehir planlama mesleğinin bana kattığı bakış açılarıyla beraber yeniden çizim yapmaya karar verdim bir dönem. Kentsel Tasarım yüksek lisans tezimin araştırması için Roma’ya gittiğimde doğdu aslında bu farkındalık tekrar. Mekan algısı üzerinde çalıştığım; bu amaçla sürekli şehri keşfe çıktığım bu süreçteki tespitlerimi çizimlerimle anlatmaya karar verdikten sonra içinde ufak bir eskiz defteri, birkaç kalem ve suluboyanın olduğu kiti çantamdan ayırmamaya başladım. Böyle bir süreçle de urban sketching (kentsel eskiz) olarak bilinen, bulunduğum mekanlarla olan deneyimlerimi anlattığım ve yalın çizgilerden oluşan çizim dünyası hayatıma girmiş oldu. Bu deneyim, yeni yerler ve insanlar keşfetme tutkumla, hayatın akışı içinde gerçekleşen gündelik olayların sıradanlığı arkasındaki muazzamlığı aynı potada birleştirmemi sağlamıştı. Keşfettikçe daha fazlası keşfetme arzusunu kağıda aktarabildiğim bu çizimler benim için bir belgeleme ve kendini dışa vurma haline dönüşmüştü zamanla. Öyle ki, çizdikçe detayları daha iyi görebiliyor, anıları daha detayla hafızama kazıyor ve geri dönüp baktığımda o anki kendilik halimi ve onda deneyimlediğim hislerimi detaylarına kadar hatırlarken buldukça kendi dünyamı da yeniden inşa ederken buluyordum.
Zamanla çizimlerimi dijital dünyayla entegre etmeye başlasam da kağıt ve boyayla olan ilişkim paralelde hep devam etti çünkü temasın önemli olduğuna inanıyorum.
Bu süreçte çizimlerleki sürecim akarken bir taraftan şarkı söylediğim, dans ettiğim oluşumların içinde de yer almaya ve yeni yöntemler keşfetmeye ve denemeye devam ettim çünkü sesin ve beden hareketinin içinde olduğu deneyimlerin de bir bireyin kendisi ve dış dünyayla ilişkilenmesinde muazzam bir araç olduğunu görebiliyordum.
Kimilerine göre maymun iştahlılık diye adlandırılan bu sıfatın aslında bir kişinin kendini tanıması, neyi sevdiği ve hatta sevmediği şeyleri anlaması anlamına geldiğine inanan taraftayım. Tutkuları, sana anlam ifade eden şeyleri pazarda elma seçer gibi seçemiyor insan lakin tam da bu görüş çatısı altında bir eğitim ve kültürel bakış açısı altında büyütüldüğümüz için zaman geçtikçe yeni şeyler denemekten daha fazla korkar oluyoruz. Çocukken hayal kurduğumuzda sadece kurardık; çıkarsız, özgürce ve hatta korkusuzca. Hayatta kalma çabası içinde eriyen ruhlar da yaş aldıkça bir bedenin içinde esaretini daha çok kabullenmeye başlıyor.
Günümüzde her günün diğerine göre daha hızlı akmaya başladığı bir akışta kişi nereye gittiğini, ona anlam ifade eden şeylerin ne olduğunu sorgulayacak, kendini tanımak için çaba sağlayacak duraklar bile yaratamadığı için mutsuz, anlamsız bir akışta bedeni bu dünyada olsa dahi ruhen kayıp olarak bu dünyada varlığını sürdürüyor ve bu dünyadan geçiyor. Ömür olarak isimlendirdiğimiz zamanı deneyimlerken, sanıyorum çocukluğumdan beri korktuğum temel şeylerden birinin “yaşadım ben diyemeden” bu ömrü harcamak olduğunu anlamamdan olsa gerek bu anlam sürecinde bazen ite kaka, bazen gülerek, bazen dibe vurarak sonra çıkarak belki sonra yine vurarak ama yüzeye çıkmaktan daha az korkarak yaşarken, beni iyileştirip yeninden yola devam etmemde en büyük kaynaklardan birinin sanat ve seyahat ile olan ilişkim olduğunu fark ediyorum.
Bundan sebeptir ki gecenin bir yarısında kendimi bu yazıyı yazarken buldum. Çünkü anlıyorum ki bu yazı ve akabindeki süreç, yazamama vesilen olan şeyin güzel şeylerin paylaştıkça çoğalacağına ve her birimizin aslında bir diğerimizin hikayesinde ilhamlar bulduğuna olan inancımdır.
Bugün 05.03.2024 ve bir gecenin yarısında yazdığım bu yazıyı hayatımın başka perdesinin açıldığına inandığım 35 yaşımın ilk saatlerinde paylaşıyor; önce kendime sonra bana yolda desteğini esirgemeyen tüm dünyalı insanlarıma ve aileme sarılıyor, hayatımda bana koltuk arkadaşlığı ederken birçok iyi ya da kötü deneyimlerle hayata bakışımı şekillendirmemde etkili olmuş tüm diğer dünyalılara da ayrıca teşekkürler ediyorum, teşekkürler büyüyorum
Sevgiyle ve hayallerle...

































































































Yorumlar